GELECEK TARIMDA
GELECEK TARIM’DA
“Süt fiyatının, sadece üreticinin sorunu olmadığını herkesin bilmesi lâzım”
“Gıda Komitesi endeksli Gıda Komitesi tarafından açıklanan yeni süt fiyatı üreticimize hayırlı olsun. Burada Bakanlığın açıkladığı ilk fiyatta mayıs ayı süt desteği 0,20 kuruştu ondan sonra tarımın tüm paydaşları tarafından yapılan görüşmelerde Ulusal Süt Konseyi, Gıda Komitesiyle de görüşerek ilk 15 gün için desteği tekrar söz ver- dikleri gibi 1 liraya çıkarması üreticilerimiz açısından bir avantaj olmuştur. Olması gereken de buydu. Süt 5,7 iken süt fiyatını 1 lira açıkladı, ne zaman süt 7,5 oldu o zaman yeni süt desteğini açıklayabilir. Eğer; usul açısından devlet 2 farklı desteği ödeyemiyorsa ortalamasını alıp 0,60 kuruş diye de ödeyebilir yani bununla ilgili bir sıkıntı yok. Önemli olan üreticimizin o fiyatı almasıydı. O yüzden burada emeği geçen herkese bir kere daha teşekkür ediyorum. Ama; süt fiyatının sadece üreticinin bir sorunu olmadığını herkesin bilmesi lâzım. Üreticiyi ve tüketiciyi bir bütün almak sorundayız. Bugün üretici yükselen girdi maliyetlerinden şikâyetçi. Üreticilerimiz aynı zaman da tüketici. Üreticinin girdi maliyetleri arttığı zaman, tüketicinin de girdi maliyetleri artıyor. Sürekli girdi maliyetleri arttıysa, hakikaten Türkiye’de biz ciddi anlamda enflasyonist bir ortamda yaşıyorsak, artık burada sadece belirli ürünlerde fiyatları bloke ederek bu işi kurtaramayız.
“Ben yurtdışından bu ürünleri getiriyorum, ithal ediyorum, insanıma veriyorum, mantığıyla Türk insanını doyuramazsınız”
Benim tarımla uğraşan gerek bitkisel üretim yapan gerekse hayvancılık yapan tüm üreticilerimin girdi maliyetleri artıyorsa, bunların sattığı ürünlerin de fiyatları artması lâzım. Bir şekilde korelasyonu sağlamak gerek. Sağlayamadığımız zaman adımız tüketiciyi korumak, ama tüketiciyi falan korumuyoruz, çünkü bir müddet sonra korunacak tüketici olmayacak. Üreticiyi bulamadığımız zaman tüketici neyi alacak. İnsanlar üretmediği zaman ne olacak? Pazarda olmayan ürünün fiyatı olmaz. Ürünün fiyatı olması için ilk önce pazara arz etmeniz lazım. Eğer; siz insanları üretimden vaz- geçirirseniz bu insanlar üretmeyi bırakırsa ben yurtdışından bu ürünleri getiriyorum, ithal ediyorum, insanıma veriyorum mantığıyla Türk insanını doyuramazsınız… Türk insanının doyabilmesi için bizim bunu üretmemiz lâzım. Bizim yaşadığımız coğrafyada, bu kadim topraklarda üretilemeyecek bir ürün yok. Bununla ilgili bilgi birikimine sahibiz, insan gücüne sahibiz, arazi yapısına sahibiz. Bunlarla ilgili sıkıntılarımız olursa bunların hepsi bizde var. Ama ek- sik olanımız ne? Bizim bu ülkemizde ciddi anlamda üretim planlamamız yok. Üretim planlaması olmadığı için de ne üreteceğimizi bilmiyoruz. İkincisi; biz artan nüfusa karşı tarımdaki nüfusu azal- tırken gerekli mekanizasyonu, tarımdaki yapısal düzenlemeleri, toprakların bölünmesiyle ilgili ve özellikle son yıllarda, artık çağımızın sıkıntısı olan kuraklığa karşı gerekli yapısal önlemleri almadığı için tarımsal üretim miktarımız nüfus artış hızımızla aynı olarak artmıyor. Bilakis tonaj olarak geriye doğru gidiyoruz… Biz belirli bir müddet bunu yurtdışından ithal ederiz, biz bunu sağlarız mantığıyla götürdük. Ama şu anda yurtdışından ithal ettiğimiz miktar kendi ürettiğimizin önüne geçti. Bu Türkiye için bir handikaptır.
Mesala; bakliyat 90’lı yıllarda 2 milyon ton yıllık üretimimiz var, günümüze geldiğimiz zaman 1 milyon ton üretimimiz var. Üretimimizi azalmış. Bunu zaten marketlerde görüyoruz. Bakliyat ürünlerinin arkasına baktığımız zaman farklı ülkelerden gelmiş ürünleri rahatlıkla görebiliyorsunuz. Biz bunları niye getiriyoruz? Bizim tüketicilerimizin de bunu sorgulaması gerek. Bu işle ilgilenen, bu işin ticaretini yapan, lojistik tarafında bulunan zincir marketlerinde bunu sorgulaması lâzım, üreticimizin de bunu sorgulaması lâzım…
“Topyekûn üretim seferberliğine geçmeliyiz, biz; ancak o zaman ayakta kalırız”
Bu pandemiyle başlayan süreç ve ardından Rusya-Ukrayna savaşıyla devam eden süreçte biz gıdanın ne kadar stratejik bir ürün olduğunu gördük. İnsanların beslenmesinin ne kadar önemli olduğunu gördük. Ülkeler ne yaptılar hemen rezerv stok seviyelerini artırdılar. Artırdıkları zaman gıda emtia fiyatlarında artış yaşadınız ve direk biz ülke olarak bundan etkilendik. Bizim bundan etkilenmemiz lâzım. Bilakis direkt böyle bir kriz durumunda biz gıda ürünlerini yurtdışına ihraç ederek bu işten pozitif kazanç sağlamamız gerekirken biz negatife düştük. Niye? Biz insanımızı üretimden uzaklaştırdık, insanlara ürettirmedik, dışarıdan gelip satmanın daha kolay olduğunu anlattık. Siyasiler, bize paramız var ki ithal ediyoruz mantığıyla geldiler. Hâlbuki bunların hepsini bir kenara bırakıp, bizim topyekûn üretim seferberliğine geçmemiz lazım. Biz; ancak o zaman ayakta kalırız…
“Tarım Bakanlığımızın vagon değil, lokomotif olması lâzım”
Tüm dünya, gıdaya stratejik bir ürün olarak bakarken biz hala stratejik ürün olarak bakmıyoruz. Biz gömleğin düğmelerini yanlış iliklemeye devam ediyoruz. Bizim en başa dönüp nerede hata yaptığımızı değerlendirmemiz lâzım. Bizim Tarım Bakanlığımızın gerçek anlamda bu işlerde vagon değil lokomotif olması lâzım. Beslenme önemli diyoruz, stratejik ürün diyoruz, ama bu ürünlerin belirlenmesinde gerçek yetkili Tarım Bakanlığı mı? Yoksa Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığı mı? Beraber konsorsiyum halinde belirlerken Tarım Bakanlığı’nın payının yüzde 60 olması lâzım, diğerlerinin daha az olması lâzım.
Ama bu olay şu anda böyle gitmiyor. Yeni Tarım Bakanı’nın gerek sektörden gelmesi gerek akademik kimliğinin bulunması gerekse siyasi kimliğinin bulunması daha önce Tarım Komisyonu başkanlığı yapması bizlerde bir umut doğuruyor. Hakikaten biz yeni Tarım Bakanı’ndan çok büyük umut bekliyoruz. Umutla bakmak istiyoruz ki; tarımı, bu işi bilen bir insan olarak yoluna koysun. Çünkü; ülkenin buna ihtiyacı var, gelecek nesillerin buna ihtiyacı var.
“Tarım’da yerlilik, millilik, önce tohumdan başlar”
Ki; tüm dünyada gıdaya önem veriliyor. Biz onların arkasından geliyoruz. Herkes kendi ürettiği tohumları tüm dünyaya pazarlamaya çalışırken biz kendi ata tohumlarımıza sahip çıkmak yerine yurtdışındaki bu işi yapan firmaların hibrit tohumlarıyla tarımımızı sürdürmeye çalışıyoruz.
Tarım Bakanlığı’nın yapması gereken en önemlilerden bir ta- nesi bizim kendi ürettiğimiz, kendi ülkemizde ürettiğimiz, milli ve yerli ata tohumlarına dönerek tohumdaki dışa bağımlılığa son vermemiz lazım. Bismillah diyerek buradan başlamamız lâzım.
Bu ülkenin ziraat mühendisi potansiyeli var, veteriner hekim potansiyeli var, bu ülkenin akademisyenleri var, bu ülkenin toprağı var, suyu var, havası var.
O zaman bu niye oluyor? Niye biz tohumda bu kadar ithalata bağımlıyız? Sorgulanması gereken konu bu. Tohumda ithalata bağımlı olduğunuz zaman sizin kazancınızı, o firmalar belirliyor.
O tohumdan ne kadar ürün alacağınız Türkiye şartlarında belli, buna harcayacağınız motorin belli, gübre miktarı belli, işçilik miktarı belli, alacağınız ürün de belli.
Tarım’daki yerlilik, millilik önce tohumdan başlar. Ben milli ve yerli oldum demekle milli ve yerli olunmuyor. Gerçekten buna emek vererek milli ve yerli olunuyor.
Çünkü; ne diyoruz olay, toprakta başlar. Tohumu toprağa atarsınız size 1’e 30 verir, 1’e 50 verir. Ama bu tohumun fiyatını siz belirlemiyorsanız, bu tohumu siz yurtdışından alıyorsanız sizin ne kazanacağınız o tohumu aldığınız firma belirler. O yüzden buradan başlatmamız lâzım.
“İmkânımız varken neden üretemiyoruz? Bunu sorgulamalıyız”
Tarım dediğiniz zaman, bitkisel, hayvansal üretimi baz aldığınızda sizin Türkiye’de yaşayan insanınızı beslemesini sağlayacağınız bir kurum düşünün. Yani tarımsal üretim dediğimiz zaman bizim bitkisel ve hayvansal proteini sağlayan bir yapı. Bu yapı olmadan diğerlerinin olma şansı yok. Temel de bize ne öğretiliyor, ilk ihtiyacımız nedir? beslenme, barınma, korunma. Beslenme olmadan diğerleri olmaz. Bizim beslenmeyi sağlamamız lazım. Bunu sağlamakta nere- den geçiyor? asli olarak Tarım Bakanlığı’nın görevi. Hayvansal, bitkisel üretimi planlayacak, bununla ilgili düzenlemeleri yapacak kurum bu, asli işi o. Bu işi yaparken nerede yanlış yapıyor? Ya da yanlış yaptırılıyor? O siyasilerin sorunu, ama bizim STK’lar olarak ya da bu işe gönül vermiş insanlar olarak bizim doğruya doğru, yanlışa yanlış deme zorunluluğumuz var. Popülist politika ile her şeye doğru diyemeyiz ya da her şeye yanlış diyemeyiz. Doğru yaptıklarından Allah razı olsun, hatalı yapıyorlarsa da bu yanlış diye uyarmak bizlerin asli görevi. Ama geldiğimiz noktada işler doğru gitmiyor. İnşaat sektörüne ciddi anlamda para aktarabilirsiniz. Çünkü; inşaat sektörü canlandığı zaman altındaki 270 küsur alt sektör hareketleniyor. Tamam gayet güzel, ama biz yıllar- dan beri bu sektörü hareketlendirerek ülke ekonomisini kurtarmaya çalışıyoruz. Orada da geldiğimiz nokta deniz bitti. Bizim artık öze dönmemiz lazım. Bu ülkeye 30 milyon turist getirdiğiniz zaman bunları neyle besleyeceksiniz? Sizin bu altyapınız yoksa bunları nasıl besleyeceksiniz? O insanları geldiği zaman doyurmanız lazım. Tarım ve hayvancılık’ta bugün yaptığımız yani biz ekim, kasım ayında tarlaya tohum attık. Onların işte haziran, temmuz ayında hasadını elde edeceğiz. Bu iş kısa sürede ben bugün yaptım yarın oldu diye bir şey değil. Turist zaten geliyor, sizin altyapıda tarımsal üretimi ciddi planlamanız lazım. Biz kendi insanımızın beslenmesinde bu işi iyi planlayamıyoruz, ithal ürün getirdiğimiz de bunun en büyük ölçüsü. Niye? daha öncede söyledim biz arpa, buğday fiyatını eğer düzgün açıklarsak köylümüzü üretimde tutarız. Geçen yıl bu hatayı yaptık. Biz TMO olarak fiyatı düşük açıkladık, bir hafta sonra fiyatı revize ettik, yetmedi, Tarım Kredi aracılığıyla yeni fiyat açıklattık, ondan sonra bizim açıkladığımız fiyatın iki katına yurt- dışından arpa, buğday, mısır getirip kendi üreticimize daha doğrusu sanayicimize ve hayvansal üretim yapan insanlara bunu düşük fiyatla verdik. Biz burada dünya köylüsünü destekledik. Halbuki biz fiyatı düzgün açıklasaydık biz kendi üreticimiz destekleyeceğiz. Ben ithalata karşı değilim.
Eğer; ben bir ürünü ülkemde üretemiyorsam o zaman getireceksin, mecbur getireceksin. Şu anda kimseye neden petrol ithal ediyorsunuz diyor muyuz? Çünkü; yok getiriyorsun. Ama; benim bu ülkemde, kadim topraklarda bu ürünleri üretebilme şansım, yeteneğim var. Bu imkânlar varken niye üretmiyoruz? Bizim sorgulamamız gereken asıl mevzu bu…
“Gıdaya gereken önemi vermeliyiz”
Diğer taraflarda, sektörlerde daha fazla para kazanabilirsiniz, ama o işin sürekliliğinde soru işareti var. Gıdanın en büyük özelliği kâr marjı düşüktür, ama süreklilik esastır. Yani; her gün ekmek almak zorundasınız. Çocuğunuz küçükse ona her gün süt almak zorundasınız. Haftada bir kere pazar ihtiyacınızı karşılamak zorundasınız. Bunlar süreklilik arz ediyor.
Ama inşaatta, konutta, 1 tane konut alırsınız belki 10-20 yıl sonra belki de bir daha hiç konut alamayabilirsiniz. Araç alırsınız 5-10 yıl bir daha araç almayabilirsiniz. Normal tüketici, vatandaş olarak baktığımız zaman bizim durumumuz bu. Ama gıda öyle değil.
O yüzden bizim gıdaya gereken önemi vermemiz lâzım. Hep söylüyoruz; önümüzde ciddi an- lamda bir tehlikemiz var. Kırsalda nüfusumuz yaşlanıyor. Gençler, kır- salda yaşamak istemiyor. Gençler şehre göçmek istiyor. Buna sosyolojik açıdan baktığımızda, ‘işte efendim 70’li yıllarda bizim nüfusumuzun yüzde 70’i kır- salda yaşıyordu, biz bunu azalttık, yüzde 30’lara düşürdük, yüzde 20’ye düşüreceğiz’ diyebilirsiniz, ama kır- saldaki nüfusunuzun, kırsaldaki teknolojinizin, kırsaldaki arazi altyapınızın, sizin kendi ülkenizin nüfusunu besleyecek sayıyı ayar- lamanız lâzım. Avrupa Birliği ülkelerinde özellikle Almanya sanayi devidir, ama tarımda da iddiadır. Tarım’da bizden çok çok iyi. Almanya hiçbir zaman tarımı hor görmüş bir ülke değil. Bilakis tarıma ciddi anlamda destek vermiş. Tarımdaki teknolojiyi kullanıyor, çiftliklerini modernleştiriyor, tarımsal işletmelerini modernleştiriyor. Oradaki nüfus azalmasına rağmen arazi ve iklim yapısına bağlı olarak tarımsal üretimi artırarak devam ediyor. Tarımda en büyük ihracat ülkelerinden bir tanesi Fransa. Bu konuda tüm dünyaya satarım bu ürünü diyor. Benim üretim fazlam var, ben bu işi çözerim diyor. Bizim niye bunu diyemediğimizi sorgulamamız gerek. Biz hep şunu söylüyoruz; bu ülkede tarım ve hayvancılık en ileri seviyede yapılmalı. Onun dışında inşaattır, turizmdir, kimya sektörüdür, silah sektörü aklınıza gelebilecek tüm sektörlerde de dört sıfır teknolojisiyse dört sıfır kullanmamız lâzım. Biz İHA’ları, SİHA’ları da yapmalıyız. Yerli ve milli aracımızı yollarda görmemiz lâzım…
“Hayvancılık’ta, yani gıda’da bizi dışa bağımlı hale getirmeye çalışan bir lobi var”
Tarıma yönelmeliyiz. Ama bir- takım zihniyet bize bugüne kadar tarımı hor olarak gördü. Hep şunu söylüyoruz, ‘tarımı hor gören, yarını zor görür’ Ama bunu bize empoze ettiler. Bununla ilgili türkü var, ‘zeytinyağlı yiyemem ama basmada fistan giyemem ama’ hepimiz biliriz, söyleriz. Ne demek zeytinyağlı yiyemem? Bunu araştırdığınız zaman karşınıza margarin lobileri çıkıyor. Mantığa bakın biz Akdeniz ülkesiyiz. Zeytinyağı bizim kullandığımız ana ürünlerdendir ve bizim ürettiğimiz bir üründür, bu toprakların kadim kültüründen gelen bir üründür. Bu yapılan aslında bilinç- altınıza yerleşmiş, sizin ülkenizde yaşayan insanların bir kısmı da buna alet olmuş, bilerek ya da bilmeyerek. Geldiğimiz nokta bu…
Bu ülkede tereyağı, kolesterol yapar. Ben Avrupa’ya gittiğimde bizde tereyağının hor görüldüğü yerde adamlar bifteğin üzerine tereyağı koyarak yemek yiyorlar. Oralarda kolesterol sıkıntısı yok herhalde sadece bizde var. O yüzden buna böyle parça parça bakmamak lâzım. Buna bir bütün olarak bakmak lâzım. Bunların tamamına baktığımızda tarım ve hayvancılıkta, yani gıda’da bizi dışa bağımlı hale getirmeye çalışan bir lobi var. Bizim el birliğiyle bu lobinin karşısında durmalıyız. Bu lobi çok güçlü. Toraklarımıza göz dikmiş durumdalar. Çünkü bakir topraklarınız var, geniş tarım arazileriniz var ve sizdeki işçilik maliyetleri onların kendi ülkelerine göre daha düşük. Siz bir müddet sonra gıdada bağımlı hale geldiğiniz zaman, gıdayı üretemeyecek hale geldiğiniz zaman onlara gün doğacak.
Şunu şöyle de düşünmek lazım, şu anda bu ülkede yaklaşık 10 yıldır yoğun şekilde yapılıyor ve gizliden gizliye kırsalda bir arazi satışı var. Oradaki topraklar el değiştiriyor. Burdur’da bile. Eski- den köylümüz toprağına sahip çıkardı, satmazdı. Ama özellikle genç nüfusun, şehre göç etmesiyle, kırsaldaki nüfusun yaşlanmasıyla oradaki toprakların el değiştirdiğini görüyoruz ve bunların şu anda kime satıldığı konusunda da net bir bilgi yok. İşte ‘il dışından gelen biri aldı, o aldı, bu aldı’ deniliyor. Ne olduğunu kimse bilmiyor? Eğer; buradaki toprak değişimi çok fazla olursa o zaman ne yapacağız. Elimizden tarım yapma imkânını da alıyorlar. Bana komplo teorisini seviyor diyebilirler, ama bu olay komplo teorisinin ötesine geçiyor, bunlar gerçek. Buna bu gözle bakmak lâzım.
Eğer; bir gün geç olursa biz insanımızı doyuramayız. Aç insanın ne yapacağını kestiremezsiniz. Bizim ona düşmememiz lâzım. Bu uyarıları o yüzden yapıyoruz. Hatırlayın biz de su bol diyorduk, bizim ülkemizde su kıtlığı yok diyorduk. Halbuki biz su fakiri bir ülkeyiz dediğimde herkes kızı- yordu. İşte; gördük biz hakikaten su fakiri bir ülkeyiz. Google’a girdiğinizde bundan 50 yıl önceki Türkiye ile şimdiki Türkiye arasında dağlar kadar fark var. Artık; yeşil gördüğünüz alanlar yeşil değil…
“Hayvancılık, dünyanın en büyük organik çöp öğütme makinesidir”
Bu tarım ve hayvancılık öyle bir sektör ki; aslında siz bir şeyi alıyorsunuz, elinizde toprağınız var, bir yerde de canlı bir tane hayvanınız var, bu tarafta da beslemeniz gereken insanlarınız var. Tohumu toprağa atıyorsunuz, o toprak yeşeriyor size ürün veriyor. O ürünü alıyorsunuz sanayide işliyorsunuz, buğday ektiyseniz, un elde ediyorsunuz, una bağlı olarak kepek elde ediyorsunuz, samanınız var, ya da şeker pancarı var, toprağa şeker pancarı ektiniz, şeker sanayisinde bunu işlediniz, insanların ihtiyacı olan şekeri üretiyorsunuz, yan ürün olarak pancar kuyruğudur, melastır, pancar posası elde ediyorsunuz. Yağ tohum küspelerinde, ayçiçek, pamuk tohumu fark etmiyor, dokumanın ihtiyacı olan ipi elde ediyorsunuz, küspe elde ediyorsunuz. Bakın bir yerde atıklarınız var. İşte; sanayinin atığı, tarımın atığı. Hayvancılık burada devreye giriyor. Hani az önce dedik bir tane canlı hayvanımız var diye, bu inek olabilir, tavuk olabilir, koyun olabilir. Bu sizin tüm atıklarınızı, saman bir atıktır, melas atıktır, pancar posası atıktır, küspe atıktır. Hayvan bu atıklarınızın hepsini alıyor. Bunu yem olarak hepsini hayvana veriyoruz, hayvan bunu tüketiyor, insanların ihtiyacı olan süt ve et olarak size geri veriyor.
Burada bir ekosistem var. O yüzden diyoruz ki; hayvancılık dünyanın en büyük organik çöp öğütme makinesidir. Böyle güzel bir iş varken ve insanın ihtiyacı olan proteini, eti, sütü üreten bir canlımız var. Bunları da tüketen bizler varız. Döngü burada iyi. Biz insanoğlu olarak o kadar aç gözlüyüz ki buraya müdahaleler ediyoruz. Para kazanma uğruna ciddi müdahalelerimiz var. Bu müdahalelerimiz ilk başta tatlı tatlı geliyor. Mesela bunu hibrit tohumlarda, hibrit ürünlerde, genetiği değiştirilmiş ürünler olarak görebilirsiniz. Burada verimi artırmanız lâzım, insanları beslemeniz için.
Ondan sonra iş geliyor ki; enerji çok değerli. Bizim biyogaz tesislerimiz var. Özellikle hayvan gübrelerindeki metan gazını kullanarak biyogaz tesislerine enerji üretecek diye yatırımlar yapıyoruz. Buraya kadar her şey iyi. Ama burada insanımızın kolaycılığı, aç gözlülüğü devreye giriyor. Hayvan gübresinden, biyogaz tesislerinde enerji elde edeceğiz derken biz az önce söylediğim hayvan beslemede kullanılan atıklar var ya o atıkları biyogaz tesislerinde kullanmaya başlıyoruz. İşte; en büyük hatayı da orada yapıyoruz. Benim hayvancılıktaki kâr marjım hiçbir zaman enerji sektöründeki kâr marjım kadar yüksek olamaz. Eğer; ben bunu, bu yan ürünleri, sanayi atıklarını biyogaz tesislerinde kullanırsam hayvanları besleyemem. Hayvanları besleyemediğim zaman ucuza ürettiğim et ve sütü ucuza üretme şansım kalmaz. Kısır döngü başlıyor. Burada devletimizin ciddi anlamda bir şey yaparken bundan etkilenen sektörler arka tarafta ne oluyor diye düşünmeli. Ama ne yazık ki; bunlar düşünülmüyor. Bu olaylar olup bittikten sonra bunları gündeme getirdiğiniz zaman da siz gelenekselcisiniz, siz yeni yapılan işlere karşısınız gibi bir hava yaratılıyor. Biz karşı değiliz. O tür tesisler yapılsın, ama o tesislerin yapılış amacı ne? Yap o zaman bu işi…
Burdur Tarım Fuarı; “El birliğiyle, Burdur’a fuar alanı yapmalıyız”
Teke Yöresi Tarım, Hayvancılık, Tarım Teknolojileri ve Yem Fuarı… Hakikaten fuarımızın güzel bir ismi var. Burdur’a uyan ve yakışan bir isim. Biz Burdur olarak ‘Teke Yöresinin başkentiyiz diyoruz, süt üretiminde Türkiye’de çok iddialıyız diyoruz, tarımsal üretimde, haşhaşta, serada, üretim konusunda bu kadar iddialıyız’ diyorsak o zaman Burdur’un fuarı yapabiliyor olması lazım ki, artık biz bunu yaptığımızı da gösterdik. Bu fuarın, Burdur’a, Burdur üreticisine, Burdur sanayisine katkı sağladığını düşünüyorum. Yapılan her yenilik, yapılan her toplantının iyi tarafları vardır. Biz iyi taraflarını alalım, eksik tarafları varsa kendi içimizde bunları değerlendirelim, eksiklikleri gidererek daha iyisini yapmaya çalışalım. En büyük eksikliğimiz ne dersek? Bizim bir fuar alanımız yok. Bu Burdur için sıkıntıdır. Elbirliğiyle fuar alanını yapmamız lazım. Tüm siyasilerimiz, Valiliğimizin, Belediyemizin, Üniversitemizin, STK’larımızın, aklınıza kim geliyorsa herkesin el birliğiyle Burdur’a bir fuar alanı yapması lazım. Çünkü; biz bir fuar alanı yaparsak ancak ondan sonra fuarımızı uluslararası düzeye çıkarabiliriz. Uzay Çatının altında uluslararası fuar yapamayız. Uzay Çatı altında, Salı Pazarı’nda fuar alanı yapmaya çalışıyoruz. Bu hepimizin ayıbı. İlk önce iğneyi kendimize batıralım. Bu fuarın adı; Burdur Fuarı olduğu zaman Burdur’da yaşayan 280 bin kişinin tamamının fuarıdır. İlk önce bizim Burdur’umuzun, Burdurlumuzun buna sahip çıkması lazım. Tarım ve Hayvancılıkta etrafımızda lider bir kentiz. Onları toplamamız lazım. Yani bu fuarı il fuarından bölgesel fuara geçirmemiz lâzım. Bunu da yapabilecek gücümüz, bilgi birikimimiz var. Ama, buna hepimizin ucundan kıyısından ciddi anlamda desteklememiz lâzım. Ayrıca bir avantajımız var. Ne o; üniversite. Bizim üniversitemiz Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi hayvancılık konusunda ciddi anlamda hem YÖK tarafından bu konuda görevlendirildi, hem de yaptığı projelerle Türkiye’ye ve dünyaya örnek olan bir üniversiten var. Bunların hepsini bir araya koyduğunuz zaman bu işin Burdur’da olmaması için bir neden yok. Ne yapmamız lazım? Kısır çekişmeleri bırakarak hepimizin bu fuara destek vermesi lâzım. Buraya gelen üreticimiz de fuardan maksimum seviyede faydalanmalı. Sadece orada traktör, alet ekipmanları alım-satım değil ciddi anlamda bilgi birikiminin, bilgi teknolojilerinin değiş-tokuş yapıldığı bir alan olması lâzım. Üreticilerin, yeni teknolojileri maksimum seviyede kullanabileceğini fuar da görmesi lâzım. O zaman Burdur fuarı gerçek anlamda hedefine ulaşmış olur. İşte; o zaman biz gerçek anlamda tüm STK’lar olarak görevimizi yapmış oluruz. Bizim Burdur Fuarı’nı el birliğiyle İl Fuarından Bölgesel Fuara çıkarmamız lâzım. Ama önce fuar alanı yapmamız gerek… Daha sonra ulusal anlama taşıyabiliriz. Bu bir süreç ve bütünlüğü getiriyor. Hepimiz, Burdur, Burdurlu bu olaya sahip çıkmalı. ‘Hadi gali sen de gel’ işte; tüm Burdur’un bu fuara gelmesi lâzım. Kırsalıyla, şehriyle, bürokrasiyle beraber gelmesi lâzım, herkesin bu anlamda sahiplenmesi lâzım..”