Başkan Ercengiz CUMHURİYET Gazetesinde yazdı

Yerel yönetimler klasik belediyecilik hizmetlerinde profesyonelleştikten sonra toplum gereksinimlerine daha duyarlı sosyal belediyecilik çalışmaları, sanat, spor altyapıları, gelişmiş Batı toplumları ile yarışan çevreci projeleri ile adeta hantallaşmış birçok bakanlığa örnek oluyor.

Öngörülü başkanların kendi gücünü yetişmiş insan gücü ile birleştirip yaşadığı yerleşim alanlarının kaderini değiştirebildiğine tanıklık edebilirsiniz.

Türkiye artan nüfusu üretim yetersizlikleri ve planlama hatalarının sonucu olarak enflasyon sarmalında ekonomik kriz yaşıyor.

Varsıllara fırsat yaratan enflasyon; yoksullara fatura ediliyor ve sonuç olarak az bir kesim mutluyken çoğunluğun mutsuzluğu derinleşiyor.

Genel giderleri karşılamayan büyük bir çoğunluk yeni bir ev yeni bir araba hayallerini olasılıktan çıkarırken karamsarlık tabana yayılıyor.

İktidar, muhalefet, STK’ler, emekli, emekçi, öğrenci, esnaf kısacası herkes ekonominin iyi olmadığını her koşulda düzeltilmesi gerektiğini kabul ediyor.

YURTTAŞIN ÖNCELİĞİ

Yerel yönetimler açısından bakıldığında; 2018’den itibaren bozulan ekonomi pandemiyle birlikte daha hissedilir hale gelirken yurttaşa devasa beton projeleri yapmak yerine; yerel yönetimleri öğrenciye, emekliye, dar gelirliye ve engelli bireylere daha çok yönelinmiştir.

2024 yerel seçimleri sonucunda nüfusun yüzde 65’ini CHP’li belediyeler yönetmeye başladı. Seçim döneminde başarılı belediyelerin projeleri incelendiğinde önceliğin derin yoksulluğu hisseden yurttaşlara yapılan projeler olduğu görülebilir.

Bunların en etkililerinden biri “Kent Lokantası” olarak bilinen ucuz, güvenilir, sıcak yemek üreten belediye sosyal tesisleridir.

Yıllardır “Halk Ekmek” projesiyle özellikle ekmeğe ekmeği katık eden kalabalık hanelerin bir nebze yükünün azaltılması hedeflenirken artık “Kent Lokantaları” ile beslenmedeki yetersizlikler giderilmeye çalışılıyor.

Emekli ve öğrencilerin çoğunlukla tercih ettiği lokantalar gerçekten gereksinimi karşılayabiliyor mu? Tabii ki hayır ama en azından evinin dışında yemek yeme zorunluğu olanlar ile evine bir kilo kıyma dahi alamayan yurttaşımızın gereksinimine yanıt vermeye çalışıyor.

Ancak olgunun toplumsal algısı bu kadar basit değil. Hiçbir yurttaşımız “ucuz yemek” ve “ucuz ekmek” kuyruğunda beklemekten memnun değil. Daha doğrusu; o kuyruğun “yoksulluğun tescili” olarak algılanmasından rahatsızlık duyuyor. Ancak derinleşen yoksulluk sadece burada hissedilmiyor; semt pazarlarında son ürünleri bekleyenlerin sayısı da her geçen gün artıyor.

Yerel yönetimler gerek halk ekmekler, halk marketler gerekse kent lokantaları ile önemli bir görevi yerine getiriyor olsa da bu yapılara duyulan ilginin artması yoksulluğun genele yayılmaya başladığının onayı gibi gözüküyor.

ÇÖZÜM NE OLMALI?

Peki o zaman ne yapmalıyız? Geliri artırmak olanaklı değilse temel ihtiyaç maddelerini ucuza dar gelirliye ulaştırmanın yolunu bulmalıyız. Üreticiden tüketiciye uzanan zinciri kısaltmak yani halk marketlerde doğrudan üreticiden satın almak; farklı gıda ürünlerinin lojistiğini yapan taşımacı esnafına akaryakıtta indirim yapmak bir başlangıç olabilir. Bu zor zamanları aşmanın yolu; üretime karşılıksız destek vererek olacaktır.

Gıda enflasyonunu artırmamak için üreticiyi desteklemeye ve yurttaşın hesap yapmadan karnını doyurabileceği bir fiyatlandırmaya gereksinimimiz var. Bırakalım bir süreliğine büyük projeleri, insanımızı yaşatalım. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen Şeyh Edebali’den esinlenerek insanca yaşatmak için devletimizin devlet olma vakti çoktan geldi. Hiçbir çocuk okula aç gitmesin hiçbir emekli ömrünün son deminde kuyruk beklemesin.

Eğer siyaset toplum yararına yapılacaksa tam da doğru siyaseti yapmak için uygun zemindeyiz. Tüm yerel yöneticileri ve merkezi yönetimi, hangi partiden olursak olalım insanımızı insanca yaşatmak için kaynaklarımızı seferber edelim.

Her yurttaşın gönlünce alışveriş edebildiği; halk marketlere, kent lokantalarına ve halk ekmeği gereksinim duyulmayan günler dileğiyle...